20 Ekim 2010 Çarşamba

İçimde kalan son azim...













Pencereden dışarı bakıyorum. Bir kedi geçiyor. Ardından bir kedi daha geçiyor. Onun ardından bir kedi daha. Kediler, kediler, kediler… Hiçbiri bana bakmıyor ama ben hepsine tek tek bakıyorum. İnsanları tek bir sınıfa soktuğum gibi onları da aynı sınıfa sokuyorum:”Gidenler” Sanki hepsi birbirini kovalıyor gibi geliyor ama alakası olmadığını biliyorum. “İnsanlar da birbirlerini kovalamıyorlar zaten.” diye kendimi kandırıyorum. Böylelikle o anlık içimde kalan son azmi de bitiriyorum. Kovalayamıyorum.

Küçük bir kız geçiyor. Yanında da annesi. Küçük kız bilmediğim bir sebepten dolayı ağlıyor ama cidden ağlıyor. Küçükken oyuncak bir basketbol potası için dakikalarca ağladığımı hatırlıyorum. Ona sahip olduktan iki gün sonra yüzüne bakmadığımı hatırlıyorum. “İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de o mudur?” diye sormadan “Odur” diyorum. Böylelikle o anlık içimde kalan son azmi de bitiriyorum. Sürdüremiyorum.

Yaşlı bir dede geçiyor. Bastonu var elinde. İşlemelerini görmesem bile görmüş kadar oluyorum. Bastonun ortaya çıktığı atölyeye gidiyorum. Üç kişi çalışıyor bu atölye de. Bir baba ve iki oğlu. Hepsine “Hayırlı işler” dedikten sonra tahta bir tabureye oturuyorum. Onları seyre dalıyorum. Çok değil birkaç dakika sonra sıkılıyorum ve yine evime dönüyorum. Pencereme… Böylelikle o anlık içimde kalan son azmi de bitiriyorum. Bakamıyorum.

“İçimde kalan son azmi neden hep kendim bitiriyorum?” Galiba başkasının bitirmesinden korkuyorum. Bu yüzden pencereden son kez dışarı bakıyorum. Senin asla geçmeyeceğini bildiğim için o anlık içimde kalan son azmi de bitiriyorum ve perdeyi çekiyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder