18 Eylül 2011 Pazar

İnanmak





















İnanmak başka bir şey. Sevebilirsin, âşık olabilirsin, bağlanabilirsin ama inanmak başka bir şey. Yaptığı her hareketten anlam çıkarabilirsin, söylediği yalanlara göz yumabilirsin, o ağlarken sen de ağlayabilirsin ama inanmak başka bir şey.

İnanmak o kadar büyük bir şey ki ilk söylenildiğinde akla Tanrı’yı getiriyor. İnanmak öyle zor bir şey ki her zaman başarıdan önce gelmesi gerekiyor. İnanmak bazen de öyle saf bir şey ki genel de karşılıksız oluyor.

Seni seviyorumu, sana güveniyorumu, sensiz yapamıyorumu, biricik oğlumu, güzel kızımı, hayatımın aşkını barındırıyor içinde inanmak. Tek bir cümle oluveriyor bazen dudaklarda, "Sana inanıyorum"dan öteye gidemiyor.

21 Temmuz 2011 Perşembe

Son Bir Kez
















Giderken son bir kez şunu yapsana, giderken son bir kez bunu yapsana… Gidiyor, gidiyor. Gitmesini istemiyor musun? Daha neden bir şeyler yaptırtma peşindesin o zaman. Son bir kez yapmasını istediğin şeyi defalarca yapmadı mı sana karşı? Son kez onu öyle göreyim de hafızamda öyle kalsın diye mi düşünüyorsun? O kadar aciz misin sen güzellikleri hatırlamakta? Çok soru sordum yine Francine. Özür dilerim. Bekle iki dakika. Balkonun kapısı açık kalmış da. Kapatıp geliyorum.

Bak yeni bir başlangıç yapıyor o zaman Francine. Anlamadığı yer olursa anlatacak birini bulmak için çıkıyor bu kez yola. Arkasından su dökmek gibi bir şaka yapmayacağını hepimiz biliyoruz. Hem öyle olursa “Son bir kez bana el sallasana.” dersin sen şimdi. Türkçe dublaj bir filme Türkçe altyazı koymanın anlamı nedir Francine? Bırak gitsin. Yine mi açıldı bu balkonun kapısı yahu? İçerisi soğudu gibi sanki. Bekle geliyorum.

Ya tamam ağlama Francine. O da ağlıyordur muhtemelen şimdi. Öyle boş boş bakıyordur fakat gözleri dolu doludur. Hıı, hıı. O bunları hak etmiyordu. O da seni seviyordu. Ya tamam bunları biliyorum. Bilmediğim şeyleri anlatsana bana Francine. Mesela onun da bilmediği şeyleri. Bir buçuk yılda bilmediği hiçbir şey yok muydu yani? Her şeyi mi anlattın? Helal olsun o zaman sana Francine. Ben boş konuşuyorum o zaman. Ben hem neden senle konuşuyorum ki? Bana ne sizden? Kalkayım bari ben. Hem zaten balkonun kapısı yine açılmıştır. Son bir kez kapatayım Francine.

18 Haziran 2011 Cumartesi

Bilyeler

























08.11.2010

Sen verirsin o alır. Yaptıkların anlamsız kalır bazen. Öyle bilyelerini kaybetmiş çocuk misali sessiz kalırsın bir süre. Birileri sorar “Neyin var?” diye. İşte o zaman ya kaçarsın oradan ya da başlarsın ağlamaya. Bilyelerin yalnız kalmıştır çünkü. Başkasının bilyeleri olmuşlardır bir şekilde. Kazanmak için artık elinden geleni yapman da fayda etmez. Bulamazsın çünkü onları. Gerçek onlardır ve sen gerçekten çok uzaksındır. Hayaller dünyasına merhaba demiş küçük bir çocuk. Artık hayaller başlar. Yeni bilyeler düşünmeye başlarsın. Eskisinin yerini tutamayacağını bilirsin. Ağlarsın çoğu zaman onlar için. Artık hayaller başlar. Başka şeyler istersin. Kendine oyun sandığın başka oyunlar bulursun. Oyalanırsın bir süre. Artık hayaller başlar. Yalnızlık oyununa bir adım atarsın. Başkalarını düşlersin. Arada bir aklına bilyelerin gelir ama artık hayaller başlar.

Aradan yıllar geçer çoğu zaman. Bilyeler bir anlam ifade etmez senin için. Eski günleri düşünürsün. Ağlamaya çalışırsın. Hayaller de bitmeye başlar. Yalnızlık oyunu işte tam bu zamanlarda güzel bir hâl alır. Hayalsiz bir şekilde. Gerçek yalnızlık oluverir. Hayalsizlik olur. Ben miydim bileyeler için o kadar ağlayan çocuk dersin. Bilyeler bir anlam ifade etmez senin için. Ve özüne dönersin. Kendine dönersin. Kendine bir çay söylersin. Oturmuş iskemleye yudumlarken çayını sokakta bilye oynayan çocukları görürsün. Ve işte o anda sadece keşke hep saklasaydım onları diye düşünürsün. Keşke hiç dışarı çıkarmasaydım. Keşke kendime özel kalsalardı dersin. Belki yine ağlarsın.

10 Haziran 2011 Cuma

Dakikalar





















Bazen geçmez öyle çabuk dakikalar. Bakmadığın şey kalmaz iki dakika arasında. Kurmadığın hayal kalmaz. İnanamazsın zaman kavramına. Gözlerine inanamazsın. Bazı anların ne kadar da çabuk geçtiğini düşünürsün. Tekrar bakarsın saate. O anın bu anlardan olmadığını ispat edersin kendine. Bazen geçmez öyle çabuk dakikalar. Pencereden bakarsın. Uyumaya çalışırsın. Uyumamaya çalışırsın. Ama bazen geçmez öyle çabuk dakikalar. Geçer gibi yapsa da geçmezler dakikalar…

5 Haziran 2011 Pazar

Anlamlandırılamıyor





















Anlamadığım şeyler oluyor bazen. Neyin ne olduğuna karar verme süreci. Kelimeler harflerin yan yana dizilmesi. İnsanların hepsini toplayıp duyguları karıştırma çabası. 100 kişiye soruyoruz “Papatyalar gerçeği söyler mi?” En popüler cevabı arıyoruz. En popüler cevap çıkmıyor. Çıkıyor. Çıkmıyor. Çıkıyor. Saf mutluluk çıkıyor. Evet, evet saf mutluluk çıkıyor. Saf sevgi çıkıyor. Fırının önünde bekleyen bir adam çıkıyor. Bando sesleri geliyor kulağa. Ardından bir balkon sefası. İzmir diyor kimileri buna kendi arasında. İstanbul diyenler bin pişman. Muavin yaklaşıyor. Anlamlandırılamıyor. Piknik sofrası seriliyor gözler önüne. Et kokusu geliyor ama ortada et yok. Sade bir semt bu seferki durak. Erzurum gibi her yer. İzmir daha güzel. Ezan sesi karışıyor çocukların sesine. “Sizde de aynısı oldu.” diyor. Onda da aynısı olmuş. Yalan söylüyor. Severken yalan bile dokunmuyor. Yılanlar da var aslında ama kimse korkmuyor. “Selamün aleyküm amca.” diyor. Bando sesleri geliyor. Ezan sesi papatyaları ürkütüyor. Fırının önündeki adam “Bende hep aynısı oldu.” diyor. Fırıncı çıkıyor. Ekmek kokusu geliyor. Bu sefer papatyalar da kokuyor.

15 Şubat 2011 Salı

Üç dakika
















“Gelmem” dedim öyle herkesin çağırdığı yere. “Israr etme” dedim. Sevemem herkes seviyor diye. Anlaşmış gibi göründük. Üç dakika hiç konuşmadın. Birinci dakikada başını öne eğdin. İkinci dakikada arkanı döndün. Üçüncü dakikada sadece bana baktın. “Neden?” dedin. “Neden” dedim. “Önce ben sordum.” dedin. Giremedim seninle çocukça bir tartışmaya ve bu sefer üç dakika ben sustum. Birinci dakikada sadece sana baktım. İkinci dakikada arkamı döndüm. Üçüncü dakikada başımı öne eğdim. Daha sonra “Bak kar yağıyor” dedim. “Bize bir kârı var mı?” dedin. Cevap vermedim. Üç dakika ağladım daha sonra. Birinci dakikada hıçkırarak, ikinci dakikada sessiz, üçüncü dakikada sensiz. Ve ben gittim. Ve sen yalnız gittin.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Duygu ölçer




















Duygular derinmiş. Ben bilmiyorum derinliğini. Sadece duyduğum için söylüyorum. Ölçülebilir mi, onu da bilmiyorum ama duydum ki ölçülüyormuş. Zamanın birinde bir marangoz yaşıyormuş. Küçük atölyesinde kendi yağında kavruluyormuş. Bu işi sadece sevdiği için yapıyormuş. Belki bir Pinokyo yaratmıyormuş ama ortaya çok güzel şeyler çıkartıyormuş. Bir gün tam dükkânını kapatmak üzereyken bir kadın girmiş içeri. Marangoz kadının gözlerinin içine bakmış ve “Buyurun.” demiş. Kadın “Sizden bir şey yapmanızı istiyorum fakat kimsede olmayan bir şey yapmanızı istiyorum, ne olduğu önemli değil, bu dünyada yalnız bende olsun ve bir başkası tarafından asla taklit edilemesin yeter.” demiş. Marangoz ne diyeceğini bilememiş, kadının ondan beklediğinin aksine sorular sormamış ve kabul etmiş. Marangoz 21 gün sonra kadına gelip emanetini alabileceğini söylemiş. Kadın biraz da hayretler içerisinde kalarak oradan ayrılmış. Marangoz o gece rüyasında bir çocuk görmüş. Çocuk, gülüyormuş ve gülerken bir anda sebepsiz yere ağlıyormuş, ağlaması bittikten sonra yüzüne şaşkın bir ifade geliyor, o da geçince bir köşeye oturup somurtuyormuş. Marangoz o anda uyanmış ve “Duygu ölçer” demiş kendi kendine. Evet, kadına duygu ölçer yapmaya karar vermiş o an. Marangoz hemen yatağından çıkmış ve atölyesine gitmiş. Duygu ölçerin şeklini kabataslak çizmiş bir kâğıda ve hemen yapmaya başlamış. Sabaha karşı üzerinde pek de uğraşmadığı duygu ölçerin maddî yönünü bitirmiş. Sıra ona duyguları yüklemeye gelmiş ve kafasında şöyle bir plan yapmış. Her gün bir duyguyu farklı düzeylerde yaşamak için kendine hikâyeler yazıp bu hikâyelerde baş rol oynaması gerektiğine inanmış. İlk günkü duygusu sevinç imiş. Marangoz, kendine 3 hikâye yazmış. İlkinin sonucunda az sevinmiş. İkincisinde orta. Üçüncüsünde çok… ve tüm bu duygularını kaydetmiş. İkinci gün kıvanç, üçüncü gün heyecan duygularını kaydeden marangoz 21. güne geldiğinde son olarak korku duygusunu kaydetmiş alete. 21 günün sonunda kadın akşam saatlerine doğru atölyeden içeri girmiş. Marangoz ona aleti uzatmış. Alet kalp şeklinde bir tahta parçasından ibaretmiş ve üzerinde rakamlar ve harfler mevcutmuş. Kadın “Bu da ne demiş?” Marangoz ona bunun bir duygu ölçer olduğunu söylemiş. Kadın çok beğenmiş aleti. Adama yüklü bir miktarda bir para bırakıp ayrılmış oradan. Giderken yolda hoşlandığı ve onun da kendisinden hoşlandığını düşündüğü arkadaşının dükkânına girmiş. Onunla konuşurken hemen aleti çıkarmış ve duygunun aşk ve en yüksek seviyede olduğunu görmüş. Sevinmiş içten içe. O anda sevinç duygusunun da en yüksek seviyede olduğunu görmüş. Şaşırmış ve ardından şaşkınlık duygusu da en yüksek seviyeye gelmiş. Durumu anlamış ve üzülmüş. Ne yazık ki o an üzüntü duygusu da en yüksek seviyeye gelmiş. Hemen marangoza geri gitmiş. “Bu benim ne işime yaracak ki? Bana kendi duygularımı söyleyip duruyor.” demiş. Marangoz içini çekmiş ve kadına şöyle demiş:”Kendi duygularının farkında olan kişiler karşılarındaki insanlara nasıl yaklaşması gerektiğini bilen kişilerdir. Kişi, önce kendi duygularının farkında olmalı ki, çevresindeki duyguları kendi duygularıyla harmanlayıp içine sindirebilmeli ve unutmayın ki duygularınız bu dünyada sadece sizde var, başkasında yok.”